11.6.11

AMAÇSIZ YAZILMIŞ BİR DENEME



Amaçsız Yazılmış Bir Deneme

...Boşlukta parçalara ayrıldı sesi. Duvarlardan yankılanan ve sessizliği delen sözler kulağına çarparak uyandı. İşittiği her kelimenin yerine şimdi bir çınlama kalmıştı. Sessizlikte ve loş ışıkta kendini sanki boşlukta asılı kalmış hissetti. Bilinci yerine gelmemişti henüz. Şaşkınlık içerisinde boşluğa bakakaldı bir süre. Ne zaman uykuya daldığını hatırlamıyordu, ne yaparken uykuya daldığını da anımsayamadı. Rüyasını geri çağırmaya çalıştı. Parçaları tutmaya çalışşa da ellerinin arasından su gibi kaydı. Sesin geldiği noktaya baktı, sanki konuşan ses sağ tarafından gelmişti. Kitaplığın sakin duruşundan başka bir şey görmeye çalıştı. Gözleri karanlığa bir süre alıştıktan sonra tek görebildiği kitaplarıydı. Uyuyakaldığına emin olamıyordu. Sanki devam ediyordu rüyasi. Arkasındaki kapıdan kedi miyavlaması duydu. Dalgın ve düşünceli halinden dolayı ilkin irkti, sonra karanlıktaki biraz ışıkta parlayan sarı gözeri ve simsiyah tüyleri olan kedisini aldı kucağına. Önünde açık kitapları ve bekleme moduna geçmiş bilgisayar ekranının yanıp sönen turuncu ışığı ile masasının başındaydı. Kedisi halinden hoşnut bir halde mırıldanmaya ve kucağında kendine yer edinmeye başlamıştı. Bir süre gözlerini kapadı ve düşünmeye çalıştı. Çok yorgundu...

...Odada üç kişi vardı. Biri asabi ve sitem doluydu. İçine kapanık, net olmayan bir tavrı vardı. Kitaplığın önüne çökmüş hızlı yudumlarla titreyen elindeki kadehten şarabını içmekteydi. Bir diğerinin ise görevi ortamdaki gergin havayı yumuşatmaktı. Ne kadar gülümsemeye ve iyi niyetiyle konuşmaya çalışırsa çalışşın, çabası boşa gidiyor, ortam daha da geriliyor, eli titreyen kadın şarabı şişeden kadehine boşaltırken yerlere saçıyor, kadehi taşıyor ve ellerinden üstüne damlıyordu. Bir yandan gözünde yaşlar oluşuyor ve gözlerini kapayarak damlaları göz bebeklerinden yanaklarına doğru itiyordu. Ağzına kadar doldurduğu kadehini özensiz biçimde yanı başına koydu, şaraplı elini saçlarının arasına geçirdi, ağlamaktan utanmış gibi gözlerini koluyla kapadı, ama dudağını büzmüş hali hıçkırıkların az sonra geleceğini bildirmekteydi. Üçüncü kişi ise orada bulunmaktan çekinir bir halde ve tek amacı bu iki kişiyi rahatsız etmemekmiş gibi sesi soluğu çıkmadan, şaşkınlıkla olan biteni izleyen kendisiydi. Kucağında kedisi uykuya dalmış, önünde kitapları açık, bilgisayarı bekleme modunda...

...Tekrar kütüphaneye doğru baktığında, kitapları sanki onunla alay ediyorlardı, hiçbirinden bir kıpırtı ya da bir ses çıkmıyordu ve bu onu deli ediyordu. Sanki konuşmalarını istiyordu kitaplardan, kendisine bir şeyler söylemelerini, onunla sohbet etmelerini istiyordu. Ama tek gördüğü sakin rafların üstünde uyuklayan kitaplar sürüsüydü. Kitapların uykularındaki soluk alışverişinde bir terslik işitiyormuş gibi kedisi kulaklarını kütüphane tarafına yöneltmiş, gözlerini uykulu uykulu aralamış, o tarafa bakıyordu. Bir süre sonra ilgisini yitirmiş bir biçimde gözlerini kapadı ve uykusuna geri daldı. Bunun üzerine bakışını bir kez daha kütüphane tarafına yöneltti, bir şeyler görmeye gerçekten kendini inandırarak. Gördüğü koca bir hiçti. Bir süre sonra tik tak sesler çıkaran karanlıktaki duvar saati, ilgisini üzerine odaklamasını sağlamıştı. Saatin gecenin kaçı olduğuna aldırmayarak tik taklara takıldı kulağı. Bir yandan tik taklarla uyumsuz seyreden bilgisayar ekranının turuncu ışığına taktı gözlerini. 15 ile 20 tik tak arasında birkaç kere beraber uyum içinde gidiyorlarmış gibi hissetti. Elini kalbine götürdü. Hepsinden hızlıydı ve nedensiz bir şekilde kendisiyle gurur duyarak, dudaklarını aralamadan yandan sırıttı. Kulaklarını tik taklardan ayıramadan bilgisayar ekranına boş boş bakmaya koyuldu. Bir süre anlamsızca baktıktan sonra tik takın yerine yanıbaşında başlayan yatıştırma sözleri aldı. Aynı anda bilgisayar ekranında ağlayan kadın belirmeye başladı. Yüzündeki çilleri ayrıntısıyla seçebiliyordu. Kamera yüzüne yaklaşmıştı sanırım. Göz damlaları ince ince şeritler oluşturarak yanaklarından aşağı süzülüyor ve oradan üzerine damlıyordu. Odadaki konuşanın kim olduğu gözükmüyordu. Adamın ağzından çıkanlar seçilmiyordu. Ortada yankılanan, olduğundan yüksek sesli bir konuşma kızın ağlayan sesine karışıyordu. Kadının beyaz teni, kızıla çalan saçları, koyu yeşil gözleri, kemikli ince kollarından başka pek bir ayrıntı seçilemiyordu. Burnuna kadar gelen şampuan kokusu ile beraber kadını kolları arasına almış olduğunu ve onun başını tutarak, dudaklarını saçlarının üzerine dayamış olduğunu fark etti. Konsantre oldu ve adamın sesini kafasının içinde kısmayı başarabildi. Aynı anda şampuan kokusu da kayboldu ve kız kollarının arasından kayarak yok oldu. Tik tak sesleri geri gelmişti...

...Karanlığın içinde dünyanın sesini çıkaran duvar saatine baktı kaşlarını çatarak. Sanki bakışıyla saatin sesini kesmek istiyordu. Saatin kaç olduğunu anlamak için uzunca süre gözlerini kırpıştırdı ve kıstı. Yelkovan ile akrepin kaçı gösterdiğini çıkaramadı. Pes etti. Elleriyle masanın üstüne ritim tutmaya başladı tik tak seslerini duymamak için. Kedi uykusunda kulaklarını bilinçsizce ritme doğru çevirdi, uykusundan uyandı, esnedi, gerindi ve başka odaya gitmek üzere kucağından atladı. Çıkmadan önce kapı eşiğinde durarak kütüphaneye doğru bir kaç saniye bakmaya koyuldu. Sonra istifini bozmadan kapıdan dışarı, karanlığa gömüldü. Bunun üzerine ritim tutmayı bırakıp, saate doğru atıldı. Saatin üç buçuğa geldiğini görünce kendini bir kez daha yorgun hissetti. Saati duvardan söküp pillerini çıkardı ve masanın üstüne koydu. Yatağına doğru gitti ve kendisini yatağının üstüne bıraktı. Yatağı onu içine gömdü, ona huzurunu bulaştırdı ve onu uykuya davet etti. Gözleri ağırlaşarak bu daveti kabul etti...

...Saat 4.50’yi gösteriyordu. Saniye sayacı 5’e yakın bir yerde takılı kalmış, akrep yelkovanın görevini üstlenmiş, yelkovan ise tik tak sesinin şiddetini arttırmış, elinde kadeh ağlıyordu. Akrepin kendini yenileyen yatıştırıcı sözleri bir anlam ifade etmeyerek, tik takların arasında kamçılanıyor, saniye sayacı ise bu duruma daha fazla katlanamayarak kaçmaya çalışıyor, fakat olduğu yerden kıpırdayamıyordu. Bunun üzerine yelkovan hızlanarak dönüyor, aynı tik tak sesleri odanın içinde frekansını arttırıyordu. Saatin titrek saniye sayacı daha fazla dayanamayarak tüm saati şaraba buladı. Tik tak sesleri bir süre sonra kedi miyavlamasına dönüştü, odaya yeniden sessizlik hakim oldu. Birden kucağında bir şey hissetti, sıcak ve tüylü, kendine özgü bir ağırlığı olan. Gözlerini açtığında kalbinin ritmi bozulmuş, nasıl atacağını unutmuş gibi çarpıyordu. Bunu sezen kucağındaki canlı, uyarı niyetiyle uysal bir şekilde miyavladı. Etraf aydınlanmaya başlamıştı. Gözlerini tavana dikerek dün geceyi düşündü. Ne yaptığını fazla anımsayamadı. Kütüphane tarafına doğru bir bakış attı. Yerdeki beyaz halının üstü bordo bir renk almıştı, yerde yarısı dolu bir kadeh ve yuvarlanmış bir boş şişe duruyordu. Masasının üstünde saati pilleri çıkarılmış bir şekilde açık kitaplarının üstünde durmaktaydı. Bir anlam veremedi. Bilgisayar ekranının turuncu ışığından başka bir hareketlilik yoktu odasında. Kedisi ayakucunda kendine yer edinedek kıvrılmış ve yalanmaktaydı. Dilinin tüylerinin üzerinde çıkardığı sesi duyumsayabiliyordu. Aklına dünü hatırlatan tek bir görüntü bile gelmedi. Saatin kaç olduğunu merak ederken kapısı çaldı. Sessizliği delerek bütün evi dolduran kapı zilinin artçı yankıları yine sessizliğe karıştı. Bir süre yattığı yerde kaldı. Sonra ani bir hareketle kalktı ve kapıya yöneldi. Kapıya kadar geldiğinde üzerinde iç çamaşırından başka bir şey olmadığını fark etti ve altına bir şeyler giymek için odasına geri döndü. İlk zilin ardından iki dakika kadar geçmemişti ki ikincisi çaldı. Şaşkınlıkla acele etmeksizin, zil sesinin sessizliğe karışmasını bekledi, pantolonunu giydi ve kapıya yöneldi. Kim o diye seslendi, fakat bir yanıt alamadı. Kapının deliğinden baktığında apartmanın karanlık boşluğundan başka bir şey göremedi. Merakına yenik düştü ve sessizliği kapı kilidinin sesleriyle bir kez daha bozdu. Kapıyı açtığında bir kadın kendisine doğru bakmaktaydı. Gözleri ağlamaktan şişmiş ve kızarmış olmasına rağmen güzelliğini korumaktaydı. Kadını davet edemeden, kadın içeriye doğru adımlarını atmış ve odaya doğru gitmeye koyulmuştu bile. Kadının arkasından odaya girdiğinde, kadının kütüphane önünde yere oturmuş, ağlayan yüzüyle karşılaştı. Sesini çıkarmadan masa sandalyesine oturdu ve kadının çilli yüzünü, ağlamaktan şişmiş yeşil gözlerini ve beyaz tenini inceledi. Kapı eşiğinde üçüncü bir kişi belirdi. Konuşmaktan yorulmuş ve çaresiz kalmış bir hali vardı. Sessizce kapı eşiğinde dikildi. Sonra kadının yanına gitti ve kollarıyla kadını sardı. Kadın başını adamın omzuna dayadı, o da dudaklarını kadının kızıl saçlarına...  

Orkan Sipahi
23.50 - 24.6.11
ASM