13.4.11

SON HİKAYE




Son Hikaye

Bölüm I

Bilmiyorum ne kadar zamandır, kalan tek dostum kıvrılmış halde yanıma, -onunla konuşurcasına- düşünmekteyim. Uykusundaki derinliğin izleri uzunca bir zaman geçmiş diye haykırıyor. Haykırışına kulaklarımı tıkıyorum. Ara sıra gözümün ucu, beni sahiplenen tek varlığa dokunuyor. Huzursuz kıpırdanmaları, beni anladığından mı, yoksa rüya gördüğünden mi ayırt edemiyorum. Tek bildiğim, onun hayatını kıskanışımın, odanın atmosferini utangaç kırmızı tonlarına bırakması. Belki de kafamın içinde bütün bunlar…

Size öyle bir karşılaştırma yaratmalıyım ki beyin kıvrımlarınızda kokuşmuş bir görüntü oluşmalı. Bundan sonra size anlatacaklarımı da bu ağır leş kokuyla okuyun ve şu sefil hayvanın hayatını neden kıskandığımı anlamaya çalışın…

Karşılaştırmam basit; fakat nankör, acımasız, keskin ve yakıcı... Hayır hayır! Size madalyonun sadece bir yüzünü göstereceğim! Karşılaştırmayı hikayemin devamını dinledikten sonra kendiniz yapın, kıskançlığımın haklılığını da seçiminize bırakıyorum. Şu an gördüklerimin penceresini size aralayacağım sadece, siz de dokunun bu ana diye…

Bakın hele şuna! Safça duyguları nasıl da sürekli suyun yüzeyinde, atlarken kendilerini gösteren yunuslar gibi, mutlu mutlu suyun içinde hoplayıp zıplayarak coşmakta. Aslında birçoğunuz gibi, bebekler gibi, duygularında radikal değişimlerin olmadığı sıradan insanlar gibi, derinlere hiç inmemişler gibi...

Bana gelince, ben size hikayemi anlatmakla başlayacağım. Farkındayım, henüz o çürük kokusu yok burnunuzda, denizin ferahlığıdır duyduğunuz daha ziyade. Bundan çok daha güzeliyle de karşılaşacaksınız hikayemi dinledikçe. Fakat bir zaman gelecek ve iğrenerek mideniz de bulanacak. Uyarayım ki hazırlıklı olun!

Bölüm II

Her şey bir gün kalbimin olması gereken yerde yoktan var olan, vücudumu sarıp sarmalayan, sarmaladıkça ısıtan; kıpırtı, çarpıntı, heyecan, mutluluk, tedirginlik, duraksama ve arzulama bütününün bana yabancı gelen her bir parçasının içimde uyandırdığı merakla başladı. O duyguyu size daha net açıklayabilir miyim bilmiyorum; fakat kokusunu, rengini ve sesini betimleyebilirim, görüntüsünü size çizebilirim...

Binbir çiçekli bir bahçeniz olsun, gökyüzünde bir yerden şelale aşağı doğru akıyor, her yer rengarenk, her tondan renk gözlerinizi besliyor ve bütün o güzel çiçek kokuları suyun rahatlatıcı sesine, oradan da toprağın taze, dinç ve sakinleştirici rayihasına karışıyor. Kokuyu duydunuz bile değil mi? Nasıl da işlendi bütün beyin kıvrımlarınızın en küçük zerreciklerine ve şehvetle daha derininize çekmek için ne kadar sabırsızlandığınızı tahmin edebiliyorum. İşte ben de o an, bu kokuyu elde etmek ve beynimin bir parçası haline getirmek istedim.

Sonra ne mi oldu? Bir süreliğine benimle kaldı -bana hayat veren- bu cilve ve naz kokulu, içine narinlik akan ve içinden yoğun bir bordo taşan aşk. Fakat ben onunla yetinmedim, daha fazlasını istedim. Daha fazlasını istedikçe de onun bağımlısı olmaya başladım. Bulduğum her köşede içimde kelebeklere hayat veren bu mis kokulu canavarın izini sürdüm. İlkini elde ettim, yetmedi; ikincisini istedim, üçüncüsünü istedim, dördüncüsünü… Hiçbiri açlığımı gidermedi; tersine kalbimi ne kadar böldüysem, o kadar susadım aşka.

Doymak için verdiğim bu uzun arayışta, denemelerim gittikçe külfetlere dönüştü. Kalbimin her bir parçası vücuduma artık o kadar çok batıyordu ki, dayanılmaz sancılar yerini tek bir duyguya bırakmıştı: Acıya!

Bakınca geriye, bütün bunlardan kurtulmak isteyişimin sebebi, bütünü artık elde edemeyeceğim gerçeğinin sıcak damgasını kafamda hissetmemdi. Kaç sarsıcı bölünmeye dayanabilirdi ki bu kalp! Her bölünmede artan tatminsizlik ve giderek izini kaybettiğim o lanet kokuya bürünmüş canavar…

Ben ne mi yaptım? Kalbimin parçalarını tekrardan yapıştırabilmek için umutla zamanın kollarına bıraktım kendimi. Acı içinde, gözlerimi yumdum ve bekledim. Tek dostum olan yalnızlığımın çağrısına sefil bir köpek gibi sürünerek ulaşabilmek için onurumu verdim. Ona kavuşunca da sonsuzluk kadar uzun gelen karanlık dönemime, leş kokulu bir kuyunun içerisine düşercesine, -ağrı dolu bir inlemeyle- zemini boylayarak girdim.

Bölüm III

Bu uzun karanlık dönemimde başka tek bir bölünme bile yaşamadım. Fakat bir iyileşme de yoktu, tersine acı oluk oluk akıyordu, iyileşmeye çalışan saflık içindeki kalbimin bölük pörçük parçaları arasından. Boğuluyordum artık. O halde, sefalet içinde daha fazla kalamazdım. Öfkeyle lanetler savuruyordum her seferinde o güne ve bu şeytan kılıklı duygunun beni bu hale getirmesine!

Ne kadar da saf ve hafif bir duyguydu halbuki! Sonrasında nasıl beni tuzağa düşürerek kalbimi bir kurşun gibi ağırlaştırdı, hiç anlamadım. Bu sindirememezlikle yüreğim daraldıkça daraldı. Tek bir düşünce sinsi sinsi gelişimini tamamladı. Bu alçak düşünce her ne kadar vahşet sayılsa da artık yetmişti bu kadar işkence! Kararı vermiş ve kararıma iyice inandırmıştım kendimi: Boşluktan gelen naçizane sayılamayacak kadar hoş olan bu kokunun tekrar boşluğa geri dönmesi gerekiyordu. İşte bu yüzden, kalbimden kurtulmalıydım!

Dediğimi yaptım. Bir gece büyük bir kararlılık ve cesaretimle söktüm çıkardım kalbimi. İlkin canım çok yandı ama sonrası tam bir hissizlikti, boşluktu. Kulak çınlaması, uğuldaması gibi bir şeydi…

Bölüm IV

Kalbimi çıkarınca, parçalarını elimde tutmakta zorlandım. Ne çok da küçük parçacıklar vardı! Elimden düşen parçaları hemen bir yerde topladım, özenle temizledim. Fakat kulaklarımı rahatsız eden anlamsızlık çınlaması, fazlasıyla cızırtılı boş bir radyo yayınına karışıp benim odaklanmama engel oluyordu. Bu tırmalıyıcı sesi gözardı edip -defalarca kırılarak tuz buz olmuş- her bir parçayı yerlerine yerleştirmeye ve birleştirmeye başladım. Gecelerimi verdim bu anlamsızlıktan kurtulabilmek için…

Uzun süren çabalarımdan sonra, sonunda kalbimi bütünlemeyi başarabildim. Aylarca inceleyip durdum sonra kalbimi. Anlamsızlık içinde anlamlar aradım. Ama tek karşılaştığım dipsiz boşluğun hiçlikte kaybolan yankılarıydı. Yankıların ardından işittiğim tiz yakarışlar kulaklarımı kanatırcasına zedelerken, içine düştüğüm durumu istemeden kabullenip, -özenle- kalbimi olması gereken yerin hemen üstüneki cebimin içine yerleştirdim. Bunu yaparken aklımda tek bir düşünce vardı: O zaman aldığım kararın pişmanlığını bile hissedememek!

Evet, canavarın katili oldum; fakat onun çürümüş bedeni geldiği gibi boşluğa karışmadı; tersine, bendim boşluğa karışan! Burnumun direklerinde ise, beni terk etmeyen bu iğrenç canavarın tiksindirici kokusu…

Boşluğun dayanılmaz uğuldaması içinde; şimdi tek yapabildiğim, duygularımdan yoksun bir halde yediğim son akşam yemeğinin ardından -gözlerim kapalı- intiharımın ayrıntılarını düşlemek…


Orkan Sipahi

Son Düzeltme: 1.3.11 – 3.02 pm
ANADOLU SAĞLIK MERKEZİ JOHNS HOPKINS (1 Ay + 1 Gün)
(Notos Dergisi, Şubat-Mart - öykü yarışması için yazmış olduğum hikaye.)
(Resim Hakkında: GROSZ, George – ‘The Lovesick Man’ - 1916 - Oil on canvas)